Kayıtlar

Ocak, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Eşdeğerlik İlkesi Nedir?

Resim
Newton bir cisme kütle çekim kuvveti uygulandığında cismin kazandığı ivmeyi hesapladı. Bu ivme kütle çekimin (F= G* (mdünya*mcisim)/rdünya^2) eylemsizlik kuvveti ne (F=mcisim*a) eşitlenmesi ile bulunuyordu. Bu denklemi çözerken mcisimler birbirlerini götürüyordu. Fakat iki denklemdeki cisimlerin kütleleri farklı anlamlar taşıyordu. Kütle çekimdeki kütle, kütle çekimin gücünün ölçütü; eylemsizlikteki kütle cisme belirli bir kuvvet uygulayarak ivmelendirmenin zorluğunun ölçütüydü.  Einstein  birinciye kütle çekim kütlesi ikinciye eylemsizlik kütlesi adını verdi. Bu iki kütle birbirlerini götürdüğüne göre aynı şeyi temsil ediyorlardı, işte buna eşdeğerlik ilkesi diyoruz. Günümüzde bu iki kütlenin yüz milyarda birlik bir hata payı ile eşit olduklarını biliyoruz. Einstein’ın aklına şöyle bir düşünce deneyi geldi: Bir cisim asansöre bindirilip kütle çekimsiz ortamda dünyadaki kütle çekim ivmesi olan 9,8 metre/saniye^2 ivme ile yukarı ivmelendirilsin. Bir de cisim dünyada bir yüksekl

Thomas Young'ın Çift Yarık Deneyi

Resim
Thomas Young ’ın döneminde her ne kadar  Christiaan Huygens  tarafından ışığın dalga olduğu iddia edilse de  Isaac Newton  ışığın parçacık olduğunu iddia ediyordu ve hem dalga için yeterli kanıt olmadığından hem de Newton bilimsel otorite kabul edildiği için bilim camiasının çoğunluğu da ışığı parçacık olarak düşünüyordu. Thomas Young ışığın kırınım ve kırılım özelliklerinin ancak ışığın dalga olmasıyla açıklanabileceğini söyledi ve 1801 yılında ışığın dalga olduğunu göstermek için bir deney tasarladı. Bu deneyde ışık kaynağı olarak Güneş’i kullandı. Işık kaynağının karşısına 2 tane çok küçük yarık açtı ve ilerisine de bir perde koydu. Eğer ışık dalga ise perdedeki görüntü şekil1'deki  gibi olacaktı. Bu ışığın girişim özelliğinden kaynaklanır. Dalgaların tepe noktaları yahut çukur noktaları üstü üste geldiğinde dalgalar birbirlerini güçlendirip aydınlık saçakları oluştururlar. Bir dalganın tepesi diğer dalganın çukuru ile çakışırsa birbirlerini sönümlerler ve karanlık saça

İdam Cezasının Cinayetler Üzerinde Caydırıcı Etkisi Var Mıdır?

Cinayetlerin had safhada olduğu günümüzde idam cezası sürekli gündeme gelmektedir. İnsanlar idam cezasının cinayet oranlarını azaltacağını düşünmektedirler. Bu nedenle neredeyse her kesimden insanlar idam cezasının gelmesini istemektedirler. Ama acaba gerçekten idam cezasının cinayet üzerinde caydırıcı etkisi var mıdır? Bu konuda yapılan araştırmaları ve makaleleri burada sunarak idamın caydırıcı etkiye sahip olup olmadığını göstermeye çalışacağım. Yazının çok uzun olmaması için makalelerin sonuç kısımlarını ve kaynaklarını vereceğim. İsteyenler makaleleri inceleyebilirler.  “On yıllardır idam cezasının olduğu bölgeler olmadığı bölgelere göre daha yüksek cinayet oranlarına sahiptir. 1973-1984 yılları arasında elde edilen veriler idam cezasının olmadığı bölgelerin %63 ile idam cezasının olduğu bölgelere daha düşük olduğunu göstermiştir. Bu araştırmada herhangi bir caydırıcılık etkisi gözlenmemiştir-belki olabilir fakat diğer faktörler tarafından maskelenmiştir.” (1)

Schopenhauer'in Aşk Hakkındaki Görüşleri Üzerine

Schopenhauer’in aşk üzerine yaptığı tespitleri kabullenemeyen romantikler çaresizce Schopenhauer’in annesiyle olan ilişkilerini anlatarak  ad hominem le sorunu çözdüklerini düşünmektedirler. Eğer gerçekten Schopenhauer’in yanıldığını göstermek istiyorsak onun fikirlerini incelemeliyiz. Ben kendisinin aşk konusundaki doğruyu kısmen yakaladığını fakat kısmen açık da bıraktığını düşünüyorum. Kendisi aşkı sadece iki birey arasındaki cinsel ilişki ve bunun sonucunda oluşacak olan çocukla ebeveynlerin genlerinin devamlılığın sağlanması olarak görmektedir. Bu çok ciddi bir genelleme. Buna karşıt pek çok örnek bulunabilir. Mesela eşcinsellerin aşkını nereye koyacağız? 60’lı yaşlarında sonra aşık olan çiftleri nereye koyacağız? Kısır olan bireylere aşık olan insanları nereye koyacağız? Schopenhauer’ın aşk tanımı bu sorulara cevap veremez gibi görünüyor. Ama tanımı tamamen yanlış değildir. Aşkı, genlerin devamlılığının sağlanması olarak görmek doğru bir yaklaşımdır. Zira, evrimin aşkı oluştur

Bilim İnsanlarının Dini İnançları Üzerine

Resim
200-300 seneden önceki bilimde devrim yaratmış bilim insanlarının ekseriyetinin teist olduğuna ya da şimdiki bilim insanlarındaki yüksek ateizm oranlarına (BKZ:EK)  yüksek değer atfetmek yanlıştır. Öncelikle 200-300 seneye kadar kadar bilim insanlarının rahipler olduğunu, dine bağlı olmayan insanların bilim yapma imkanının çok az olduğunu göz önüne almak gerekir. Ateistlere hem bilimle tam zamanlı olarak ilgilenme imkanı tanımayıp hem de bilim insanlarının ekseriyetinin teist olduğundan yola çıkarak teizmin doğruluğunu düşünmekte bariz bir hata vardır. Eğer öyle olmasaydı, iki taraf da eşit imkana sahip olsaydı yine bu yüksek değer atfedilmesi gereken bir şey olmazdı. Öncelikle bir konuda yargıya varırken bizim için anlamlı olan o alanda yazan kişilerin kişisel inançları değil sunduğu argümanların gücüdür. Ama kimi zaman bir alanda argümanları uzun uzun incelemeye vakit bulamadığımız için o alandaki otoritelerin argümanlarını ayrıntılı incelemeden onların fikirlerinden yararla